3 Eylül 2009 Perşembe

Gamze'den YİNE Seçmeler



- "...This time maybe I'll be Bulletproof!..." Gamze dilinde " diiğğsss taym meybi ayv(v çok yumuşak)ılllllll biiii bıııılllleeeetttpuruuuuffff", evet efendim, aslında hep özenirim ^müzik bloglarına ama , müzik konusunda zevkimin çok beğenilceğini düşünmediğimden çekinirim hep, hala çekiniyorum evet:) ama tutamadım kendimi, söylemeliydim! Sanatçı: La Roux, Şarkı: Bulletproof... Tek kelimeyle süper gizliden gizliye enerji veren bi şarkı!
http://listen.grooveshark.com/#/song/Bulletproof/22990309

Başta inkar ettim, zapladım geçtim, saça bak len 80 lerden kalma yıhyıh diye güldüm evet, şimdi takdir ediyorum...şarkıyı ağzıma dolamayı başardı, dinlemeden duramıyorum... zaman nelere kadir efenim...

- Franz Ferdinand! Beni kendilerine aşık etmiş grup...ülkelerine gidecek olmak beni ayrı bir sevindiriyor... Son albümlerinden "Katherine Kiss Me" yi dinleyin..."No You Girls" parçasındaki kız düşkünlüğünün, bir aşka dönüştüğünü, enerjik ritmik tarzın romantikleştiğini, hitap ettiği kesimin çok kişiden tek kişiye indiğini göreceksiniz...

-Farkettim ki internette gerçekten boş zaman harcıyorum... Dedim ilginç bir şey yapayım! Bir site bulayım , hem ingilizcem gelişsin , hem eğleneyim, ama birşeyler de katsın bana...Çok hoş bir haber sitesi keşfettim bu sayede, eğlenmek isteyene!http://www.onion.com/
Daha anlatmak istediğim çok şey vardı oysa, ama bu başlığa koymaya gücüm yetmedi, istemedim, uyuşamadı:/ O açıdan şimdilik bu kadar efenim!





9 Ağustos 2009 Pazar

sakız çiğnemek istiyorum!

Patlata patlata, elimle uzata uzata, şekilden şekle sokarak, tadı ağzımda bozulana dek, sakız çiğnemek istiyorum! (UYARI: eğer siz de bir sakız hastasıysanız lütfen bu yazıyı ağzınız boş okumayınız, zira ben o hataya yazarken düştüm ve hemen büfeye şıpsevdi almaya gidiciğim,, işim biter bitmez!)

(Aslında ne zamandır aklımdaydı, çocukluğumla ilgili bir şeye daha değinmek... Ama gel gör bu ilham mıdır nedir, staj raporumdan alıkoydu beni, yazzz yazzz diye vır vır konuştuğundan...vakti geldi dedim!)

Sakızlar efenim, geçmişteki önemini yitirdi günümüzde...Çocukların artık SAKIZ diye bir heyecanı kalmadı, zaten kutu kutu ellerinde artık, nerde o renkli paketler, yok falı, yok karikatürü...Vivident, first vb. geldi, sakız raconu da bozuldu, teknolojiye bu sektör de ayak uydurdu, kutu kutu yapıldı, 10 ar 20 şer satıldı...biz de çiğnedik! reddetmedik, şekersiz XYLIT li sakızları destekledik...

Ama eskilerde böyle miydi?Hepsinin ayrı bir heyecanı vardı gözümde, her birinin bendeki yeri farklıydı...buradan buyrun...

Big Babol!


Kesinlikle hiç bir şeye değişilmeyen sakız! İtalyanlar gerçekten abur cubur sektöründen anlıyor..başka örnek .. hmmm Kinder surprise yumurtaları?(sanıldığu gibi Alman çikolatası değildir Kinder, bunu da yeri eglmişken söylemek istedim:P)

O nefis çilek pembesi, tadına doyum olmaz! Her paketinde renk renk big babol yazıları, gözümü de doyurur, gerisi hikaye... doyumsuz tad!

Amaaaa muzlusunun yeri hep ayrıdır benim için, o şirin mi şirin sarı paketi (sarıyı sadece big babol ın üstünde seviyorum galiba!), yeşilimtrak sakızı! İşte Gamze'nin bayıldığı başka bi an daha...
Hala şanslıyız Big babol konusunda, çeşit çeşit renk renk var, gitgide de artmakta.. eheh beni seviyorlar anacım:)

Center Fresh!


Nefis nane tadı, ağızda dağılan o "sentııııırrr fıreşş" jeli, bana hep annemin anaokulundan beni alma sahnesini hatırlatır. O hep bir ödüldü benim için, uslu duran örnek evlat ödülü! Çileklisi de vardı ama o bile ferahlatırdı!

Ama beni en çok tavlayan bi pakette 2 çeşit center fresh di... Yaklaşık 8 tane center fresh yanyana paketlenir, paketin bir kısmı mavi (4 adet naneli), diğer kısmı pembe (4 adet çilekli) yi gösterirdi. Ama ben o paketin 2 renk arasında kalanın 2 tadın da karışımı olduğuna inandırmıştım kendimi!


Tipitip!


Evetttt, işte beklenen an!Yeşil, mavi, sarı, kırmızı paketleriyle göz dolduran, karışık meyve tadıyla gönüllerde taht kurmuş, karikatürleriyle de bir koleksiyon abidesi olmuş sakız!Çok gaz verdim ama Tipitip e karşı özeli bi anı kalmamış çocukluğuma dair aklımda =/ Ama olan varsa buyursun bizi bir de o geçmişe götürsün, bekleriz!

Şıpsevdi!!!!!


Love is/ Aşk...

O masmavi paketiyle herkesi tavladı. Herkes çiğnemiş olmalı Şıpsevdi'yi...Şimdi, şıpsevdiler azaldı, boyalıları da çıktı şaka sakızı diye, şıpsevdi sevenlerin gururuyla oynadılar...





Benim için Şıpsevdi nin yeri de ayrıydı.. Şöyle ki midemi üşütmüş, o gün anaokulunda doğum günü kutlaması yapılırken ( kim hatırlamıyorum ama çok özür dilerim!), masaya pastadan bir lokma alır almaz kusan biricik ben...Nane limonlarla operasyondan geçmiş mideciğim... Tüm o mide bulantısına rağmen şıpsevdi çiğneyebilmişti... Akşam annecim beni alırken, ağzımdaki sakızı cak cuk çiğnediğimi görür..."Çıkar o sakızı, mideni bozacaksın!" diye.. Ve Gamze'nin yine yıkıldığı bir an!




Falım!

Büyüklere sakızdı o genelde, ağırbaşlı, şekersiz, resimsiz... Ama fala inanmak isteyenler için ideal (evet en azından bazı fallarının tuttuğunu bana ispatlamıştır bu sakız efenim..)

Kabına yapıştırır, sonra çiğnemek için saklardık onu, değerliydi...eşsizdi...Şimdi ise bazılarının falı bile çıkmaz oldu ne yazık ki.

Sulugöz! (teşekkürler Gece Yazan Kedi!)




Tabi bu yegane sakızların yanında orjinalliğiyle göz kamaştıran(!) bir sakız vardı ki! SULUGÖZ! Adından korktuğum için , ilk çiğneyişimde gerçekten gözümü yaşartmıştı... Sonra hep " Baaaak gözüm yaşarcak benim !!" diyerek ağzıma attığımda, yaşarmadı gözüm bir daha.. Ya içindekilerin dozajı değişti ( hadi be kimya mühendisi!), ya da ben bağışıklık kazandım sulugöz e karşı!



BU klasiklerin bazıları hala revaçta ama taht artık draje şekersiz sakızların! Bunun geçiş dönemini de ORBİT lere bağlıyorum...çocuklar için olanını da ben çok severdim itiraf edeyim:)O orbit şeritleriyle hayatımıza giren bu sakızlar, yerini Vivident, First gibilerine devretti... Vivident yan ürün Happydent le küçük paketlilerin arasına karıştı..Değişik şekilde kutular tasarlandı, içerik yelpazesi genişledi... Şimdi yeni ile klasik aynı rafta yarışıyor! Galip kim?

5 Ağustos 2009 Çarşamba

-Öz Eki-

Takıldığım bazı noktalar vardır Türkçe'de, kimi kimsenin anlayamadığı kurallar, kimi benim nedense takmaktan vazgeçemeyeceğim şeyler... yanlış anlaşılmasın konuştuğu dili seven bir insanım, Türkçe gibisi yok beee! (ver gazı, ver çoşkuyu, heeyytt be!)

-Misal bazı kelimelerin yazıldığı gibi okunmaması; Gülse Birsel , Avrupa Yakası'nda bu konuya değindiği an "İşte Bu!" demiştim. " AĞABEY" in "ABİ" olarak okunması, artık bi el atılsın şu konuya da ABİ yazalım işte ne güzel!

Bir de bir türlü okunamayan kelimelerimiz var, ki börek e BÖĞREK diyen biriyseniz bu duruma acil bi çözüm bulunması taraftarısınızdır ha?benim gibi? Meydaaağğna mı? Meydanaaağğ mı? hiçbiri mi? Gerçi yabancı kelimeler bunlar efenim olacak böyle aksilikler , devam da edecek ne yazık ki...

Anlam veremediğim ve asıl değinmek istediğim bir konu da "öz" eki...Bence "öz"ünü kastederken, hepten bozuyor "öz"anlamını...Sözüm elbette soyadlara karşı söylenmiş bir şey değil... Benim kastım; yer isimleri, kebapçılar, tatlıcılar, mağazalar vs vs.

Öz diyince, anlaşılıyor ki bir de öz olmayanı var.. E söyle bakalım kim kimin adını çaldı? ki aksine genelde "öz" olanlar taklidi oluyor...

ööff "öz" den bıktık açıkçası, daha yaratıcı isimler görmek istiyoruz! (bana uyanların sesi olayım, var mı len bana katılan?)
Eski okul müdürüm nasıl adı yabancı olduğundan dolayı "Ankamall" den alışveriş yapmıyorsa, ben de "öz" olan yerlerden birşey yemeyeceğim efenim:) Müdür burda örnek alınırsa, başarı sıfır ama neyse..

Hadi "Öz"süz zamanlara!

19 Haziran 2009 Cuma

Kaset, Kasetçalar , Gamze ve yaşananlar...

UYARI:BU YAZI EKİM AYINDA YAZILMIŞ GAMZE'NİN ESKİ BLOGUNDAN ALINMIŞTIR... GAMZE BURAYA TAŞINMADA TEMBELLİK ETTİĞİ İÇİN ADIM ADIM YAYINLANACAKTIR ESKİ YAZILARI...(hiç de beceremem resmiyeti)

Plak çocuğu değilim ben!

O kadar yaşlı değilim! Ama kasetlerle büyüdüm. Tabii şimdi hepsi racona ters, MP3 zamanı! Bunu mp4, mp5 , wma ve benzerleri izler elbet. Ama hiçbiri bana o kasetlerin verdiği heyecanı veremez, bu bir gerçek. Neden mi? Bunun için geçmişime bi dönüş yapmam lazım. Çok şükür hafızam buna izin veriyor.

Tahminim 3 yaşındayım. Pop müzik çok revaçta, elbette dansçılar da iyi para kazanıyor bu işten. Dansçılıktan şarkıcılığa geçiş yapmak kolay değil, karşımızda YONCA EVCİMİK! “Aboneyim abone, biletlerim cebimde! Ballı lokma tatlısı, aman hadi hayırlısı!” nakaratı hepimizin dilinde. Daha “abone” nin kelime anlamını öğrenmemişken, şarkının tiryakileri arasında bulmuştum kendimi! Dayım toplamış tüm kasetleri beni Yonca’dan mahrum etmiyor. Veee zamanın en dehşet müzik seti bizim evde, 2 kasetçalarlı SONY!

Küçükken en sevdiğim şeylerden biri de dayımla çalan müziğe eşlik etmemizdi. Aslında olay şu: Şarkının sesini sonuna kadar açacaksın, salondaki (ortada duran) sehpanın etrafında ağzını şarkıya göre hareket ettirerek (ki şarkıyı bilmiyorsan bunu mümkün olduğunca çaktırmadan yapmalısın) dolanacaksın, ellerle ayaklarla figürler yapıp, canın sıkılınca dönme yönünü değiştireceksin. OLAY BUDUR İŞTE! (Araya bir de efekt olsun diye yerlere iskambil kağıdı atardık, hatta konfeti yerine de kullandığımız olmuştur, gerçek amacından baya sapmışız anlaşılan:) Hala bunu yapıyorum evet itiraf ediyorum!! ( sırf nostalji olsun diye!)



İşte o an geldi! ABONE şarkısı bitti. Tabii 3 yaşında biri için “kaset” çok tuhaf bir şeydir. Ben güya o şarkıyı Yonca sırf bizim için söylüyor sanıyordum. Çok aptalım farkındayım! Bu durumumu anlayan dayım: “Yonca öldü Gamze!! Bak bir daha şarkı söyleyemicek!!” ben “ühü ühüüüü” diye ağlamaya başlarım… O olaydan sonra Yonca Evcimik bizim kasetçalarda öldü diye bir hafta salona giremez olmuştum! Daha sonra “kaset” nedir tam anlamıyla öğrendim.. vay bee teknolojiye bak! YAŞASINNN YONCA YİNE ABONE OLUYORDU!!

Ardından babamın arkadaşlarıyla kaset alışverişleri başlamıştı. Güzelim 2 kasetçalarlı SONY mizin, bozulma hikayesidir bu…
Tabii SONY babamın elindeyse bu çok olağan bi durum. Sertab Erener idi favorimiz. “Şişşt şiiştt sakin ol, sinirlerine hakim ol!” larıyla Yonca’nın tahtını elinden almıştı bize göre. Ama dedim babam bu, kasedi kopyalayacağım derken REC tuşuna öyle bir bastı ki, REC li değil öteki kasetçalar bozuldu. Ama yook kasetçalar aslında bozulmamıştır, kaset çok dandiktir babama göre!

Sertab, cırlamaya başlar, ben gülme krizine girerim. Bu da babamın işine gelir nasılsa ben güldüğüm için anneme şikayet etmeyeceğim. Bu sayede annem kasetçaların 1 inin bozulduğunu 10 sene sonra öğrenir…

Aradan 5 yıl geçer, 8 yaşındayım. (vayy be matematiğe bak!(H)). SONY teybimizi (daha teknolojihh isim) yeniden keşfederim. REC tuşu hala çalışmaktadır; ancak dışarıdaki sesi ya da radyodakini kaydedebilir.Biricik arkadaşlarımla “Türkçe” kitabımdaki ufak hikayeleri seslendirmeye başlarız. Sorun şudur: Benim sesim olduğundan çok daha ince çıkar. CIRLAK biri olduğumu 8 yaşından beri biliyorum, bu tecrübem sayesinde.Yine de kendi sesini duymak heyecan veriyor insana!
Bunun ardından bilim teknik den bugs bunny dergisine kadar ne varsa okuyup kasede kaydettim kendimi, zorla da arabada dinletirdim bunları bizimkilere.. yazık yaw benden çok çektiler:) en azından şarkı söylememiştim bu kasetlere yırttılar gene!

O kadar aştım ki radyo programları yapar oldum, hatta intro müziği bile yapmıştım… Sonra 90 lı yılların sonlarına yaklaştık, Ricky Martin hoş adamdı tüm kızlar için, yalan yok;) Dayım inatla “heee abla bak gamzeninki çıktı TV Yeee” diye anneme benim durumumu şikayet edince tepem atardı, bi türlü ricky martin kasedim olamadı sırf anneme söylemeye utandığım için… Bu olay bari radyoda ricky i duyayım diye beni yabancı müzik dinlemeye itmiştir… Dedim ya kaset apayrı bir şey, para verir alırsınız. Tümünü dinlersiniz, çünkü ileri geri sarmak zaman alır, olmadı kalemle bile sararsınız o kadar sıkıcıysa şarkılar… Yine de değer verirsiniz ona, bi nevi saygı gösterip almışsınızdır çünkü… Ama mp3 öyle mi? Tamam evet büyük kolaylık, sadece sevdiğin şarkıları indirmek.. Yine de kasette o sıkıcı ya da popüler olmayan şarkıyı dinlemek bana değişik bi zevk vermiştir…

13 Haziran 2009 Cumartesi

Barbie bebekler...

Barbieler! Evet bir zamanlar bütün kız çocuklarının gözdesi! Pembe elbiseleri, arabası evi ve "Ken"i ile (zenginler için:) göz kamaştırmış oyuncak harikası bebekler!!

Yaşadığım en büyük travmalardan biri bu olsa gerek, hayatımı altüst eden bebekler!Çok seviyordum tabi onları, sorun da buydu zaten... FAZLA SEVMEK, FAZLA KAALE ALMAK, GEREĞİNDEN FAZLA DEĞER VERMEK..

Herşey bundan 15 sene önce, bana sürpriz bir bebek alınmasıyla başladı... "Barbie" değildi ne yazık ki kendisi onun baş düşmanı "Cindy" idi efenim..Babacığım elinde dünya güzeli sarışın Cindy ile beni şaşırtmayı başarmıştı, nasıl bir sahiplenişim vardı anlatamam!Benimki fakirdi biraz sadece belden 1 cm aşağı eteği olan bi elbisesi (balerindi) vardı, ayakkabıları da yoktu garibimin, nasıl severdim onu!

Televizyon reklamlarındaki Cindy leri "BAK KARDEŞİN!" diye büyük heyecanla izlettirirdim, gece onla yatar, güne onla başlardım... Aklı fikri baleydi zaten keratanın! İşte bu zamanlarda bu "harika" bebeklerin dizlerinin bükülebildiğini keşfettim (bkz: bebeğin suyunu çıkararak oynama), ama bacaklarını iki yana açamıyordu ne yazık ki!


DERS 1 : Özel üretim olmayan (normal kategori) Barbie ya da benzeri bebekler bacaklarını 180 derece jimnastikçiler gibi açamaz!!


Ardından Çin piyasaya girmeye başladı, Cindy'e kardeşler geldi, ayakkabısı olanlar hem de! Ancak o dandik bebekler, ayaklarında tutamadılar o minyatür ayakkabıları.. uçup gittiler...Üzülmesinler dedim, saçlarını tarayayım dedim, düğümlendiler..


DERS 2: Barbie bebekler ayaklarında ayakkabıyla uzun süre duramazlar!

DERS 3: Saçları TARANMAZ!

Sonra etsizleri piyasaya sürüldü bunların, kafası kopan, dışı güzel içi boş (!) versiyonları çıktı...Çin in alasıydı bunlar, çok daha ucuzdu ama biz bunlara kanmamalıydık! Malum kafası kopan bebekleri hangi kız çocuğu sever ki?
DERS 4: Çok ucuz bebeklerden KAÇINMALIYIZ!

Hayır bi de KEN i vardı Barbie'nin, onun kopmaz parçası! İnsanlar boş durmadı bunun da taklitlerini çıkardı elbet ama hiçbiri orjinal KEN KADAR HOŞ olamadı! Barbie' ye hiçbiri yakışmadı anacım!

DERS 5: Her Barbie'ye bir Ken lazım!

Yoookk, ama yeni nesil geldi, Barbie'nin raconu bozuldu.. Nerede o ince kaşlı, güzel dudaklı, kibar kız Barbie? Son 6-7 yıldır BRATZ ler vb baş gösterdi, yeni nesil kız çocukları zevksizleşti... Koca dudak kalın kaş tombik yanak elin kaba kızı Bratz yeni neslin gözdesi oldu, Barbie hala izini sürmeye çalışsa da koleksiyonculara daha çok satar oldu...

SON DERS: Barbie ler ucuzladı, bratz moda artık.... e ama sen de büyüdün!

3 Haziran 2009 Çarşamba

Marşmellov!

Bir kaç gün önce, günün 3 öğününü henüz tamamlamış midem...Bir gurultuyla uyardı beni.. Atıştıracak birşeyler istiyordu! Abur cubur dolabını açtım.. İçinde sadece içecek, köfte harçları ve bayat bisküviler vardı...Ne yazık ki aşırı FORMDA olan ailem, "abur cubur yemeyiz biz !Onlar zararlı, birşey istiyorsan meyve ye!" laflarıyla kendini savunur ve ben almadıkça eve abur cubur sokmazlar, hep harçlığımdan gider hep...Sonra abur cubur hastası olan evin başka üyesi, benim meşgul zamanımı yakalayıp hepsini miğdeye indirir... OOHH AFİYET OLSUN DEFNE HANIM!

Öhöm öhöm, bu abur cubur almayan aile üyelerine değindikten sonra, nerde kalmıştık? Dolabın içi bomboştu evet! Yemeğe değer pek de bir şey yoktu, e karnımı da sıvıyla dolduramayacağıma göre...Birşeyler almak için dışarı çıktım..Beynimde bir ampul yandı! MARŞMELLOV! Evet Gamze marşmellov krizine girmişti! Ne bir çikolata kadar bayıcı bir tatlılığı var ( burdan çikolata sevmediğim anlaşılmasın...), ne de bir cips kadar tuzlu... Hafif, yumuşak, "ağızda dağılan o eşsiz tadıyla" MARŞMELLOV yemek istiyordum!

Ancak Türkiye şartlarında, midemi doyuracak kadar marşmelova birazcık fazla para vermem gerekiyordu:/ ki onu da yürüme mesafesinde bir yerden bulamazdım! İşte burada düşünmeye başladım: NEDEN BİZİM ABUR CUBUR MARKALARIMIZ YETERİ KADAR MARŞMELLOV ÜRETMİYOR? Hayır, çok mu zor anlamadım:/alt tarafı şeker yani, pufuduk pufuduk böyle bi pakette satacaksın, bence iyi de para var bu işte denemeliler...Çok pahalı da olmasın, ucuz ucuz bol bol satarsınız işte.. Muzlusu, çileklisi, kahvelisi, portakallısı, vanilyalısı hmmmm renk renk yapın işte!


Böylece şu aç Gamze'yi bi nebze olsun marşmellovla doyurabilirler.. Sırf kendim için istemiyorum tabii:)

7 Mayıs 2009 Perşembe

Delik Cep

İnsanın montuna gelecek en acı şeylerden biri,cebinin delinmesidir kanımca. Nasıl bir felç edici durumdur o öyle, eli ayağı birbirine dolaşır, iki elin yapacağı işi tek ele yığar insan, cebi delik olan taraf çalışmaz ki!
Bir de bu anı farketmek vardır tabi, önce yürürken "şangır şıngır" diye sesler duyarsınız montunuz dizinize çarptıkça ve o an!
Elinizi cebinize attığınızda "sesini duyduğunuz o bozuk paralar" yerlerinde değillerdir...Siz, daha doğrusu elleriniz ceplerinizde değilken, sinsice yol bulup montunuzun derinliklerinde kaybolmayı amaçlamışlardır! O da ne! 2 sene öncesinin deliğinden (mont büyük alındı tabii en az 3 sene giyilcek:)) düşmüş kağıt parçaları karşılar bozuk paralarınızı, siz ise bu kaçış planına mani olup yakaladığınız ne varsa "sağlam" olan cebinize atmak için işe koyulmuşsunuzdur.
(---2 sene önce---
Yeni bir mont almışsınız, aman pek de güzel! modaya uygun vs vs...
---2 sene sonra---
O montu kışlık dolabından çıkarırsınız, yıkanmıştır ama cebinde geçen seneden kalma peçete artıkları, bozuk paralar...
Ama şimdi dürüst olun söyleyin cebinizde kalan mendiller (2 sene öncesini demiyorum tabiiki:) peçeteniz olmadığında temiz-yarı temiz olsa da işe yaramıyor mu!)
Sağlam cebinizin işi daha da zordur artık, iki yükü birden omuzlayacaktır, o yöndeki eliniz ise cebinizdeki mp3 çaların şarkısını değiştirecek, bir yandan cep telefonunuza uzanacak, bozuk para çıkaracak, kısacası işi 2 belki de 3 katına çıkacak!
O açıdan hiç üşenme Gamze al eline iğneyi ipliği, cebinden dert yanacağına, şu cebindeki deliği dik artık da kökten çözülsün sorunun!



6 Mayıs 2009 Çarşamba

TAZE SIKILMIŞ PORTAKAL SUYU


Okula gitmediğim sıradan bir gün işte, neden? Çalışılcak bir vize var ve klasik “hemen konuları bitirmem lazım!” telaşı... en azından benim durumum böyle... Oysa ev darmadağınık, sağolsun bizimkiler sınavım olduğu günleri “evde bunları toplayacak biri var” diyerek herşeyi bana bıraktılar... Ve ve ve hayatımın vazgeçilmez makinası, BULAŞIK MAKİNESİ!

Bundan bir hafta önce, vazgeçmeye çalıştım ondan, o ise beni anlamadı... Dedim “Sana bir daha yüz vermeyeceğim! Hayır dağıttığın herşeyi ben toplamak zorunda değilim, her bir bulaşığını durulamak, kaşık ve çatalları ayrı bölmelere koymak, elimi bıçak kesmesin diye dikkatlice yerleştirmek.. Artık hiçbirini yapmayacağım!”. Bu sözler ardından küslüğümüz başladı; ancak evde tek küsen ben kalamadım ne yazık ki... Annem, babam da küstüler “Bulaşık Makinasına”, ben sadece seyirci kalmak istiyordum bu duruma, olmadı... olamadı... Beyaz bayrağı çekmek zorunda kaldım ne yazık ki, ya kokudan ölecektim, ya da teslim olacaktım... Zor yolu seçtim, istemsizce çalışan ellerim, bulaşık makinesinin emirlerini yerine getirmeye başladı, işte o günden beri bulaşık makinesinin evdeki en iyi dostu ben oldum...

Sahibini bekleyen köpekler gibi “he he he” diye dili dışarda, şımarıklık yapmaya çalıştı, yüz vermedim ve yerleştirmeye devam ettim . Olaya iyi yönünden bakmaya çalıştım, nedense bulaşık makinesine bulaşıkları yerleştirirken, o günün analizini yapar oldum içimden, işte orda harcadığım vakit bana günümü değerlendirmeme istemeden de olsa fırsat veriyordu.

Bu gün de aynı şeyi yapmaya çalıştım ama GÜN daha yeni başlıyordu, analiz yapamayacaktım, beynim beni dünün analizini yapmaya zorladı...Düne dair aklımda en çok kalan şey ise “Cerenle içtiğim taze sıkılmış portakal suyu!” imiş...tadı damağımda kalmış o nefis portakal suyunun, tıka basa yenilen bir yemekten sonra ilaç gibi gelmiş, çöldeki su içmek kadar değerlenmişti o an benim için! Şimdi ise lanet olası “bulaşık makinesi” yüzünden, o turuncu iksiri içmek için can atıyordum!

Gel gör evde ne portakal, ne suyu, ne de ona benzer bir şey var...
“Seninle hesaplaşacağım Bulaşık Makinesi!!!”,şimdi alışverişe gidiyorum,bulacağım portakal suyumu , kana kana içeceğim veeee BULAŞIĞINI BİLE SANA VERMEYECEĞİM!
NOT: Thermo dersi çalışma ve çalışmama arası yazılmış bir yazıdır, saçmalamalara rastlanma olasılığı yüksek olup, yazan kişi yine de eğlenmiştir efenim! Ciddi bir şey aramayınız, ciddi olan bir tek şey vardır, Gamze gerçekten TAZE SIKILMIŞ PORTAKAL SUYU içmek için çıldırmaktadır...

Bay dı vey, sıpeşıl tenks tu Ceren!!!

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Üşengeç Yengeç !

"Chronicles of" Üşengeçlik
-Üşengeçlik 1: 4 gün önce servis durağımda, 45 derecelik bir yokuş açmış ağzını beni bekliyor... off ben mi çıkcam bitmek tükenmek bilmeyen , çıktıkça daha da dikleşen bu lanet yokuşu? Güzelim Ankara'nın sözde en düzlük yerinde oturan ben, cıkkada yokuşu tırmanmaya üşeniyorum evet.Söylene söylene çıkmaya başladım yokuşu, o anda burnuma "bahar" ın kokusu geldi!! Evet artık bahar resmi anlamda gelmişti benim için, karşımda bür sümbül ağacı! Polene alerjisi olan ben, hiç utanmadan, GÜZELİM BAHÇENİN LEYLAĞINI ÇAAATTT diye kopardım!HAYIR PİŞMAN DEĞİLİM!Burnuma çektim o nefis kokuyu, leylaklara borçluyum bitişini, o dünyanın en dik yokuşunun..
-Üşengeçlik 2:Üşengeçlik sardı hepimizi evet, doğal üzülmeyin.. hem söyleyin bana "kim ders çalışmak istemiş kii???" Pişman değilim şu an ders çalışmam gerekirken bunları yazdığıma, pişman değilim bu yazı için uykusuz kaldığıma, pişman değilim!
-Üşengeçlik 3: Tek katlı bir dairede kalmıyorsanız, şunu tek yapanın "ben" olmadığını söyleyin lütfen! Aşağı mutfaktan su almaya o kadar üşenmişsinizdir ki , çantanızda bayatlamış, ısınmış, tadı buruşmuş suyu dünyanın en nefis suyuymuş gibi içersiniz... EVEEEEETTTLERİ DUYMAK İSTİYORUM! (utanmayınız!)
-Üşengeçlik 4:Gece lavaboya kalkmaya o kadar üşenirim ki, bazen rüyamda lavaboya gittiğimi görürüm, sözde bi rahatlarım ama ne yazık ki rüyanın bu etkisi kısa sürer...
-Üşengeçlik 5: Dolabımdaki kıyafetleri katlamaya o kadar üşendim ki, hepsini "askı"ladım! ( en azından hala kıyafetleri dolabında olan bir insanım lütfen lütfen!)
-Üşengeçlik 6: Uykuma o kadar yenik düştüm ki, ders çalışmaya üşendim... ha bu arada sanırım bu yazıya devam edemeyeceğim (üşengeçlik 7),ama yine de sözünde durmaya çalışan biri olarak, daha da üşengeçlikleri paylaşmayı bir görev bilirim!!!

3 Mayıs 2009 Pazar

Kızlar...

Kızlar.. evet onlardan biri olarak özellikle çevremdeki "kızlar" hakkında gözlemlerimi paylaşmak istiyorum... Yüzlerine söyleyemediklerimi hiç olmassa bir şekilde burdan aktarmak istiyorum. Amacım kimseyi kırmak, üzmek ya da aksine övmek, yüceltmek değil.Gözlemlerim sadece, bana takılan , söylemessem rahatlayamacağım şeyler...
Kızlar grup gruptur, o kadar çeşitlidir ki özellikle erkeklerin çözemeyecekleri bir şekilde tasarlanmışlardır evet, her ne kadar da "biz çözdük abi kızlar hepsi aynı" lafı söylense bile, sandığınızdan daha karmaşığız!
En çok sinirime dokunan şeylerden biriyle başlamak istiyorum "merhabasız, suratsız kızlar", gereğinden fazla bakımlı, okul ya da gideceği her nere ise "bir maskeli balo" edasında süslenmeler, renkli boyalardan oluşan maskeler.. evet genel tanım bu, bir de özellikleri vardır ne yazık ki "aynı ortamda bulunsanız da, isim olarak tanısanız da birbirinizi, hatta işiniz düşünce çok sıkı arkadaş da olma potansiyeline sahip" bu kızların selamını ne yazık ki(!) alamazsınız.
Örnek: B kişisi sınıfa girer: - MERHABA
bu kız grubumuz : ......
deriiiiin bir sessizlik, hayır selam verse nolacak, ne kaybedecek enerjisi mi sönecek? ama yok kassa bulamayacağı kıyafetleri kombinasyon yapmakta olan bu kişi, insanların göz zevkini bozmakta harcadığı enerjinin 10 da birini harcamak istemez. (burdan özgün giyinenlere sesleniyorum, lütfen zevkinize laf ettiğimi düşünmeyiniz, herkesin zevki kendinedir.. benim isyanım sadece kendine yakıştıramayacağı şeyleri inatla giyen bu kız kesiminedir..)
"Odun kızlar", evet efendim bunlar da her ne kadar merhabasını alacağınız tartışılsa da sorularınıza yanıt alamayacağınız kız kesimidir. Çoğunlukla yanıt veremez, yanıt verecek olsa bile lafı döndürür dolaştırır,siz yine yanıtınızı alamadan postalanırsınız. Üstüne yoktur gerçekten, paylaşmayı sevmez, bir sinsilik vardır onda...belki de mutluluğunuzdadır gözü, yanıtsız bırakmak, reaksiyon vermemek onun için bir zevktir adeta!
"ayna fotoğrafı kızları", aynadan başka dostları var mı yok mu tartışılır, ya da o kadar çok kendini beğennir ki "fotoğrafını çekecek kimsesi" yoktur ne yazık ki...
Saymakla bitmez elbet ama,sinirime en çok dokunan "merhabasız" kesim hakkında yazdım ve bi nebze rahatladım..görüşmek dileğiyle!

19 Nisan 2009 Pazar

i-Pod mu bozuldu ne???


Sözde ders çalışacaktım, önce odamı toplayıp “ferah” bi ortamda ders çalışmak.. evet çok iddialıydım!
Ama dedim ben yazı yazmalıyım, dökmeliyim artık içimi ne varsa derdim atayım sakinleşeyim bi nevi terapidir bu blog yazmak efenim, yazmayı düşünenler varsa hiç düşünmesinler artık işe koyulsunlar!
Uzun zamandır blogspot a geçme planlarım vardı lakin... itiraf ediyorum.. evet çok üşendim
Eski blogum açılmadığında dedim bu bi işaret blogspot a geç Gamze..ve sonunda yepyeni bir blogla karşınızdayım!
Güncel tutamadım ne yazık ki.. oturup da yazı yazayım dediğim olmuyor hiç, çünkü o ilham her an gelebiliyor ne yazık ki , çoğunlukla “metro” da geliyo nedense.. atmosferinden midir nedir anlayamadım gitti:/
Ne diyordum, topladım dolabımı evet, ah facebook, ah biricik maillerim, beni iplemeyen biricik Newcastle uninin gelmeyen mailini bulmaya çalıştım, masamdaki artık pastayla gözgöze geldim(aslında böyle bi pasta yarıda bırakılmaz!) ani bir kararla yeme işine giriştim, ay bi de lastfm derken (tabii bu işler sırasında kulaklıklayım) BRENDON URIE birden kulağıma fısıldadı.. Nasıl bir ses teknolojisi var ise bu ipodda, benim klasik “bu bi işaret” lafımla KAYDA DEĞER BİR ŞEY yapıp ders çalışmalıyım dedim, gördüğünüz gibi yine başarısızım...şikayetçi değilim...
Arada oluyo bana geliyolar bazı geceler:D Böyle takcan kulaklığı AMAAAAN DÜNYA TERSİNE DÖNSE UMRUMDA DEĞİL ULEYYNN! Havaları.. işte o moddayım, gözlerimi kapayıp hayalini kurduğum konserlerden birindeyim 2 saniye sonra,sanki...
BENİ YAKAN GÜNEŞ ONU DA YAKMASIN! Ohh ohh (daha uçuk hayallerim vardı konser için ama şu an çalanın heyecanı bu)
AHAHA AN bu andır, ve “canlı yayım” da ipod um bozuldu benim bu heyecanıma dayanamadı garibim !!! Zaten vurunca düzeliyodu sol kulağı.. an be an.. artık vurunca düzelmiyor! HİÇ SES VERMİYOR!
Hımmm sanırım bu gerçek bi işaretti ders çalışmama dair, ipod mu? Hmm onun icabına daha sert bi kuvvetle bakmayı planlıyorum!
Sözde bi BLOGSPOT açılış yazım olacaktı ama...neye niyet neye kısmet...
Görüşürüz MİLLET!
NOT: daha yazacağım çooook yazı var..

8 Şubat 2009 Pazar

Gamze'den Seçmeler

- Bebek ürünleri reklamlarında neden hep RENKLİ GÖZLÜ bebekler oynatılır anlam veremem, eğer bebeğin gözü renkli değilse de mutlaka zenci olur. Yok yani Türk insanıyız, genel olarak kahverengi göz kahverengi saç.. yok bunu dikkate almıyor ajanslar..

- Peki cips reklamlarına ne demeli? Nedense o cipsin paketi kusursuzca açılmıştır, kapağında ufacık bi kırışıklık yoktur..

- Ünlüler için de bi book açılsa ya! Adresi de buldum www.famebook.com .. şimdi baktım da böyle bi site zaten düşünülmüş, yapım aşamasındaJ beni dikkate almışlar hehe.. ama bu ünlülere ulaşma çabasında olanlar için yapılmış anladığım kadarıyla … Our first million members will benefit from significant backstage privileges. Sign up now to receive pre-launch announcements!”

- Tv ye sonsuza dek prison break ya da spongebob koyan bi kanal olsa reytinglerini ben oynatırım! DAYANAMIYORUM!

- Bir dayanamadığım şey daha, ağız şapırtısı…Ağız açık yemek yemesinler yanımda, ses olmasa bile irkilmeme yeter! Çok mu soyluyum ne?

- Pussycat Dolls çıkan her yeni şarkısında seslerini daha da inceltmesin lütfen! Daha cartlaşan kıyafet renkleri, o yana bu yana zıplamalar.. yeter ama!

- Bayanlar artık CALGON kullansın ama! Sırf o sıkıcı reklamlarından kurtulmak için..Şahan bile durumu protesto için onca skeç yaptı yetmedi Ata Demirer yaptı.. ama hala akıllanmadınız di mi?

- iTunes kullananlar bilir, zırt pırt yeni version çıkarırlar..çıkarma istemiyoruz! DO NOT ASK ME AGAIN kısmına da tıkladım hiç bi halt olmadı.. kendi çapında beni yükle diyip duruo..

- Dipleri aşırı siyah görünen ve ucu civciv sarısı saçlar tükensin lütfen! Tamam evet sarıdır hoştur da dip boyan geldiyse boyat artık.. valla kötü duruo…

- Dizilerdeki figüranlar beni hep gülmekten öldürür.. hele bi de o sahne bi disko ya da barda olsun, bu kadar ruhsuz dans eden insanları görmek bi yandan kaliteyi düşürür, diğer yandan figüran rezil olur! (benim gözümde:)

- Çok sinirlendim sanırsam:D

…. Devam edecek….