14 Nisan 2013 Pazar

Hayatımı Değiştiren Zeytin



Kendimi bildim bileli zeytin yemekten zevk almışımdır; tadındaki o güzel mayhoşluk,  hiç doyurucu olmaması, siyahı - yeşili... Belki bunların hepsini Gemlik doğumlu olmama borçluyum. Gerçi hatırlarım başlarda bu kadar zeytin fanı değildim - ağzıma tutulmadıkça yemezdim, yerdim ama koşullarıyla. Babam siyah zeytinleri beyaz ekmek içleriyle birleştirir "Bak kızım askerlere, ham yap onları bakayım " derdi; ancak yerdim. Gel gör artık zeytin gurmesi oldum çıktım sanki,
Her şey bir kahvaltı davetiyle başladı...
Sofranın o güzellikleri yanında kenarda köşede duran, hafif yeşilimsi, yeşil zeytinin yandan yemişi, yassı şekilli garip çerezlerle dolu bir kap gözüme çarptı.
Başta oralı değildim; hem kimse de yemiyordu zaten... İşte o an renkleri farklı açılardan daha parlak görünen bu "zeytin" e bir şans vermem gerektiğini söyledi içimdeki ses "Şışşt kimse bakmıyor, yapabilirsin!" .
Dayanamadım, attım ağzıma. Hayal kırıklığı! Reddettim, tadı böyle olamaz diye, bir tane daha attım ağzıma... Yok hayır - aradığım şey değildi. Tadı görüntüsünün yanında fazla fıs kalıyordu.
Aradan 2 hafta geçti; annem " Bu zeytin harika Gamze, mutlaka denemelisin!". Denedim denemesine ama yine aynı tad, bir tane daha alayım, yine aynı tad, değişmiyor değişmiyor... Ben bu durumu farkedene kadar 20 tane atmışım tabii mideye... Sonra jeton düştü; bu zeytin güzel değil - ama bağımlılık yapıyor!
Eve döndüğümde annemin bavuluma attığı 100 gr bu zeytinciklerle düşüncelere daldım. Bir yandan yedim; diğer yandan düşündüm. Evet elimdeki 100 gr ı  da bitirdim!
Aradım taradım bu zeytinden buralarda bulamadım...
Aradan 2 hafta geçti; ailemin yanına giderken ilk tembih ettiğim şey " Beni o sosyete pazarına götürceksiniz, bana o zeytinden bi kilo alcaz, yoksa gelmem!" Tabii ki anne yüreği , adımımı şehre atar atmaz beni zeytin almaya götürdü:)
Şimdi huzura erdim koca bir poşet zeytinimle evime vardım işte... Gerçi o zeytinlerin yarısı midemde ama olsun onlar bitene kadar keyfime diyecek yok. Ay yarın hemen olsun da sabah da yiyeyim bi 20 tane!

25 Ekim 2010 Pazartesi

Hayıırrr!!!!!


Artık müzik kültürü kalmadı Türkiye'de ne yazık ki... Yok korsan bu piyasayı batırdı cart curt, büyük yalan... elin GAVUR u dedikleriniz bunlara rağmen nasıl para basıyo peki? E para var, şovu var tabii tabii... Efendim her önüne gelen ben sanatçıyım diye ortaya atılıyorsa, önce bi düşünsün neler yapıyor gerçekten o parayı hakedecek... Gerçi bunları söylemek bana düşmez, ama her müzik kanalı açışımda aynı düşüncelerle beynimi sulandırmak yerine, bunları artık yazmak istedim... Evet gereksiz şeyler düşünüyorum bazen:)


Öncelikle, şu çekilen klipler... Al kızı, oh dansçılar, ay bi de ben çıkayım ordan güneş gözlükleriyle... tanıdık geldi değil mi? Çünkü en aşağı 4-5 tane izledik bu kliplerden... Ortada bir tema yok, hikaye yok... Bay tarafı genelde bu sahnelerle yetinirken, bayanların kendini satmak için egolarını tatmin etmelerini hiç anlayamıyorum! (Beylerinki daha mantıklı geliyor ne yalan söyleyeyim)... Artık gösterilen et miktarı değil beni rahatsız eden, orayı çoktan geçtim, kameralara atılan ve değişmeyen bakışmalar.. Önce bir fan uçuşan saçlar...Değişen sadece kostümler ve makyaj... Ne yazık ki bu yönteme gerçekten sesine sanatına zamanında saygı duyduğum insanlar da yaptı ve yapmakta... kanımca, sadece kendilerinin ve belki de sevdkilerinin izleyeceği bir video bu ortaya çıkan, en sıkıcı reklamları bile daha eğlenerek izliyorum ben!
Misal bu olaya örnek verecek olursak, bundan bir kaç ay önce, çoğumuzun sanatçı demeyeceği ama dımtıs dımtıs şarkılarıyla ün yapmış bir bayanı reality show da izledim... Popüler olma potansiyeli olan şarkısına klip çekecekti.... Çekim gününün sabahı konuşuldu ne yapılsa edilse bu klipte de daha çok satsa diye... Sonuç, değişen kamera açıları, deniz kenarında bu bayan elleri şarkı sözlerine göre hareket eden dansımsı duruşlar...EVET HEPİMİZE AFİYET OLSUN!
Ciddiyim MTV yi açtığımda çoğu zaman utanıyorum artık, bir sektörü daha geriye çekmeyi başarıyoruz çünkü...

Tabii ki bu duruma iyi örnekler de yok değil... O kadar 70 milyon nüfus, gerçekten çok güzel fikirler çıkıyor insanımızdan, ne güzel kısa filmler, filmler çekiliyor... Çok mu zor? lise öğrencisine versen senin o para bayıldığın hiç birşey yapmayan yönetmeninden daha güzel bir klip çıkarır ortaya!

Gel gelelim bir de şu dans olaylarına... ehehe gülmekten kendimi alamıyorum, tamam çok hoşsun iyisin güzelsin de dansedemiyorsan bari eğitimini al! Kendine özgü dans stili olanlara saygım sonsuz, sonuçta yine amacına ulaşıyor orjinal bir iş atıyorlar ortaya, ama lütfen şarkı gözüm dediği zaman GÖZler gösterilip, Türkçe işaret dilinde şarkı anlatılmasın artık.... Evet zamanında ben de yapıyorum, ama dikkat, ben bu sektörde değilim, ben masum bir dinleyiciyim sadece:)
Bilmiyorum bu yazıyı kaç kişi okuyacak, ama olur ya birileri okursa, şöyle bir düşünsün cidden, bu kadar basit bir şeyi bana büyüttürebilecek neler yaptılar, bir de siz düşünün...
hadi sağlıcakla!


7 Temmuz 2010 Çarşamba

Hafiften depresif ama mutlu doğum günü çocuğu!

Yazmak istiyorum, yazmak istiyorum!

Gözlerim uyku çanağına dönse de şu an deli gibi karnım guruldamasına rağmen bir şey yemeye üşensem de (buzdolabında da tiramisu duruyo len!) , yazmak istiyorum!!!

Bugün, yani saati saatine konuşcaksak illa, aslında dün benim doğum günüm:D Ne kadar güzel bi günmüş ya, bence çok havalı, 6/7/89 !!! ovv yes!!! Evet bunu da 1.5 sene önce keşfettim:D Ne garip bir şey , 21 yıldır bu dünyadayım, yahu daha dün demedim mi ben; “ Yaşasın artık iki basamaklı yaşım var yuppi!” , sonra dedim “ Anaaa 16 yım len artık bildiğin teenage liğin orta evresindeyim, çok olgunum ben!” sonra da “ 17 17 17 imişşş!”, son olarak “ 18, artık ehliyet alma yaşındayım!”.

Ondan sonra hayat durdu benim için… Daha otuzuma gelmeden, bütün o bayanların yaş sendromunu anlamaya başladım…

Aynada ağır ağır beyazlayan saçlarım ve ben istemedikçe artan bu yaşım… 21 ya, 21 ne demek!!! Annem 22 yaşında evlenmiş benim!
ë Neyse artık 21 iz bari şu ehliyetin hakkını verip artık tam anlamıyla direksiyon başına geçeyim!
ë Şu kemanı artık tam adam gibi çalabileyim! Tabii önce güzel bi muayeneden geçmesi lazım keratanın.
ë Kendi paramı kazanacak ufak bi iş bulabileyim! Yok ki bana göre iş, en güzeli, şu mahalledeki 10 bin komşu çocuğundan birine birazcık ders versem çıkar işte cep harçlığım:D ama işte değerimiz bilinemiyor:P
ë
ë
ë
ë Ha bi de artık üzülmeyeyim , daha bunun 30 u 40 ı var anacım!

Ay inan şu saatte Yemekteyiz i izleyince bütün ilhamım o emoluğum, depresifliğim püf oldu gitti!

Bari pastamdan yiyeyim ben de:P

NOT: Bu mutlu günümde sevildiğimi düşündüğüm halde sizden tekrar duymak çok güzeldi… Hepinize ayrı ayrı teşekürler!!!

21 Haziran 2010 Pazartesi

Not Tutmak İstiyorum!


Not defterlerinin yeri hep ayrı olmuştur bende.. Okula başlamadan 2-3 gün önce alınan, güzel renkleri olan sade ama bir o kadar da şık, ama aslında oldukça ince detayları olan küçük dünyam olurdu onlar hep benim…

Ama ilk başta bu kültürü edinememiştim ne yazık ki, her sene bir not defteri alır ya da ALDIRIR, “aaa ben buna not tutcam, böyle ödev mödev yazcam hep!” der, sonra da kenara atıp unuturdum… ama kalbimde hep “Ama o yine de güzel bi not defteri, sadece ben ona not tutmaya kıyamıyorum” derdim…

Zamanla not defterlerine karşı sempatim arttı, artık daha özenerek seçiyor, daha özenle not tutuyordum… Ancak bir dönüm noktası oldu ki, bunu bana yaşatanın da pek haberi yok sanırım bu durumdan… Ya da ben söylemiştim ama hatırlamıyor kendisi:P

Başak Hanım, evet ta kendisi:D Tanıştığımızın ilk haftasında bir not defteriyle o inci yazısıyla not almaya başlamıştı şirin mi şirin not defterine… Dedim işte o an, artık benim de defterime kıyma vaktim geldi!

Başta çok zorlanmama rağmen yavaş yavaş alışmıştım, artık vicdanım sızlamıyordu acımasızca hızlı aldığım notlarla, işaretlediğim her görev, bende ayrı bir mutluluk yaratıyordu…

Sonra büyülendim, not almamaya başladım bazen, onları unuttum… Onlar da beni düşünmedi zamanla, tekrar yazdığımda istenilen tepkiyi vermediler, yine unuttum yazdıklarımı… Bıraktım onları veda ettim, temiz bir sayfa açmak istedim, daha afili defterler aldım. Aradığmı bulamadım ne yazık ki…

Şimdi suçumu biliyorum, artık daha dikkatli davranacak, notlarımla hem kendimi mutlu edecek, hem de hiçbir şeyi unutmayacağım! Not defterleri kaçın ben geliyorum!

17 Haziran 2010 Perşembe

ALARM ÇALDI!


Kendimize işkence çektirmeyi seviyoruz aslında… Bu durumda bunun bir işkence olduğundan bahsedemesek de aslında öyle…Evet, insanın insana yaptığını başka hiçbir canlı yapmıyor ne yazık ki…

Bunun bir çok örneği var, küçük ama tehlikeli bir işkence aleti, ÇALAR SAAT lerden bahsediyorum efenim. Gerçi şimdi teknoloji artık çalar saat kullanımını modadan saymasa da, telefonumuza kurduğumuz alarmlar da aynı şekilde işlemiyor mu?

Hayır, bunu hiçbir şekilde DAHA İYİ hale getiremeyiz, kulağımız çın çın uykumuzun en güzel yerini bölüyoruz çünkü.

Ben çok denedim, dedim “Ay bi gün böyle heyecandan zıplayarak kalkcam; çünkü alarm parçamı en sevdiğim şarkı yapıcem!”… SONUÇ: OLMADI! O en sevdiğim şarkı, evet artık aramız eskisi gibi değil ne yazık ki…

Yine son ve en etkili tercih o kulağımı kendinden geçiren , beyin gıdıklayıcı (iyi bi şekilde değil), rahatsız edici zil sesleri oldu. Neyse sağlık olsun, onlar olmasa gitceğimiz yere geç kalacaktık sonuçta değil mi? Biraz iyimser olmak lazım!

3 Eylül 2009 Perşembe

Gamze'den YİNE Seçmeler



- "...This time maybe I'll be Bulletproof!..." Gamze dilinde " diiğğsss taym meybi ayv(v çok yumuşak)ılllllll biiii bıııılllleeeetttpuruuuuffff", evet efendim, aslında hep özenirim ^müzik bloglarına ama , müzik konusunda zevkimin çok beğenilceğini düşünmediğimden çekinirim hep, hala çekiniyorum evet:) ama tutamadım kendimi, söylemeliydim! Sanatçı: La Roux, Şarkı: Bulletproof... Tek kelimeyle süper gizliden gizliye enerji veren bi şarkı!
http://listen.grooveshark.com/#/song/Bulletproof/22990309

Başta inkar ettim, zapladım geçtim, saça bak len 80 lerden kalma yıhyıh diye güldüm evet, şimdi takdir ediyorum...şarkıyı ağzıma dolamayı başardı, dinlemeden duramıyorum... zaman nelere kadir efenim...

- Franz Ferdinand! Beni kendilerine aşık etmiş grup...ülkelerine gidecek olmak beni ayrı bir sevindiriyor... Son albümlerinden "Katherine Kiss Me" yi dinleyin..."No You Girls" parçasındaki kız düşkünlüğünün, bir aşka dönüştüğünü, enerjik ritmik tarzın romantikleştiğini, hitap ettiği kesimin çok kişiden tek kişiye indiğini göreceksiniz...

-Farkettim ki internette gerçekten boş zaman harcıyorum... Dedim ilginç bir şey yapayım! Bir site bulayım , hem ingilizcem gelişsin , hem eğleneyim, ama birşeyler de katsın bana...Çok hoş bir haber sitesi keşfettim bu sayede, eğlenmek isteyene!http://www.onion.com/
Daha anlatmak istediğim çok şey vardı oysa, ama bu başlığa koymaya gücüm yetmedi, istemedim, uyuşamadı:/ O açıdan şimdilik bu kadar efenim!





9 Ağustos 2009 Pazar

sakız çiğnemek istiyorum!

Patlata patlata, elimle uzata uzata, şekilden şekle sokarak, tadı ağzımda bozulana dek, sakız çiğnemek istiyorum! (UYARI: eğer siz de bir sakız hastasıysanız lütfen bu yazıyı ağzınız boş okumayınız, zira ben o hataya yazarken düştüm ve hemen büfeye şıpsevdi almaya gidiciğim,, işim biter bitmez!)

(Aslında ne zamandır aklımdaydı, çocukluğumla ilgili bir şeye daha değinmek... Ama gel gör bu ilham mıdır nedir, staj raporumdan alıkoydu beni, yazzz yazzz diye vır vır konuştuğundan...vakti geldi dedim!)

Sakızlar efenim, geçmişteki önemini yitirdi günümüzde...Çocukların artık SAKIZ diye bir heyecanı kalmadı, zaten kutu kutu ellerinde artık, nerde o renkli paketler, yok falı, yok karikatürü...Vivident, first vb. geldi, sakız raconu da bozuldu, teknolojiye bu sektör de ayak uydurdu, kutu kutu yapıldı, 10 ar 20 şer satıldı...biz de çiğnedik! reddetmedik, şekersiz XYLIT li sakızları destekledik...

Ama eskilerde böyle miydi?Hepsinin ayrı bir heyecanı vardı gözümde, her birinin bendeki yeri farklıydı...buradan buyrun...

Big Babol!


Kesinlikle hiç bir şeye değişilmeyen sakız! İtalyanlar gerçekten abur cubur sektöründen anlıyor..başka örnek .. hmmm Kinder surprise yumurtaları?(sanıldığu gibi Alman çikolatası değildir Kinder, bunu da yeri eglmişken söylemek istedim:P)

O nefis çilek pembesi, tadına doyum olmaz! Her paketinde renk renk big babol yazıları, gözümü de doyurur, gerisi hikaye... doyumsuz tad!

Amaaaa muzlusunun yeri hep ayrıdır benim için, o şirin mi şirin sarı paketi (sarıyı sadece big babol ın üstünde seviyorum galiba!), yeşilimtrak sakızı! İşte Gamze'nin bayıldığı başka bi an daha...
Hala şanslıyız Big babol konusunda, çeşit çeşit renk renk var, gitgide de artmakta.. eheh beni seviyorlar anacım:)

Center Fresh!


Nefis nane tadı, ağızda dağılan o "sentııııırrr fıreşş" jeli, bana hep annemin anaokulundan beni alma sahnesini hatırlatır. O hep bir ödüldü benim için, uslu duran örnek evlat ödülü! Çileklisi de vardı ama o bile ferahlatırdı!

Ama beni en çok tavlayan bi pakette 2 çeşit center fresh di... Yaklaşık 8 tane center fresh yanyana paketlenir, paketin bir kısmı mavi (4 adet naneli), diğer kısmı pembe (4 adet çilekli) yi gösterirdi. Ama ben o paketin 2 renk arasında kalanın 2 tadın da karışımı olduğuna inandırmıştım kendimi!


Tipitip!


Evetttt, işte beklenen an!Yeşil, mavi, sarı, kırmızı paketleriyle göz dolduran, karışık meyve tadıyla gönüllerde taht kurmuş, karikatürleriyle de bir koleksiyon abidesi olmuş sakız!Çok gaz verdim ama Tipitip e karşı özeli bi anı kalmamış çocukluğuma dair aklımda =/ Ama olan varsa buyursun bizi bir de o geçmişe götürsün, bekleriz!

Şıpsevdi!!!!!


Love is/ Aşk...

O masmavi paketiyle herkesi tavladı. Herkes çiğnemiş olmalı Şıpsevdi'yi...Şimdi, şıpsevdiler azaldı, boyalıları da çıktı şaka sakızı diye, şıpsevdi sevenlerin gururuyla oynadılar...





Benim için Şıpsevdi nin yeri de ayrıydı.. Şöyle ki midemi üşütmüş, o gün anaokulunda doğum günü kutlaması yapılırken ( kim hatırlamıyorum ama çok özür dilerim!), masaya pastadan bir lokma alır almaz kusan biricik ben...Nane limonlarla operasyondan geçmiş mideciğim... Tüm o mide bulantısına rağmen şıpsevdi çiğneyebilmişti... Akşam annecim beni alırken, ağzımdaki sakızı cak cuk çiğnediğimi görür..."Çıkar o sakızı, mideni bozacaksın!" diye.. Ve Gamze'nin yine yıkıldığı bir an!




Falım!

Büyüklere sakızdı o genelde, ağırbaşlı, şekersiz, resimsiz... Ama fala inanmak isteyenler için ideal (evet en azından bazı fallarının tuttuğunu bana ispatlamıştır bu sakız efenim..)

Kabına yapıştırır, sonra çiğnemek için saklardık onu, değerliydi...eşsizdi...Şimdi ise bazılarının falı bile çıkmaz oldu ne yazık ki.

Sulugöz! (teşekkürler Gece Yazan Kedi!)




Tabi bu yegane sakızların yanında orjinalliğiyle göz kamaştıran(!) bir sakız vardı ki! SULUGÖZ! Adından korktuğum için , ilk çiğneyişimde gerçekten gözümü yaşartmıştı... Sonra hep " Baaaak gözüm yaşarcak benim !!" diyerek ağzıma attığımda, yaşarmadı gözüm bir daha.. Ya içindekilerin dozajı değişti ( hadi be kimya mühendisi!), ya da ben bağışıklık kazandım sulugöz e karşı!



BU klasiklerin bazıları hala revaçta ama taht artık draje şekersiz sakızların! Bunun geçiş dönemini de ORBİT lere bağlıyorum...çocuklar için olanını da ben çok severdim itiraf edeyim:)O orbit şeritleriyle hayatımıza giren bu sakızlar, yerini Vivident, First gibilerine devretti... Vivident yan ürün Happydent le küçük paketlilerin arasına karıştı..Değişik şekilde kutular tasarlandı, içerik yelpazesi genişledi... Şimdi yeni ile klasik aynı rafta yarışıyor! Galip kim?

5 Ağustos 2009 Çarşamba

-Öz Eki-

Takıldığım bazı noktalar vardır Türkçe'de, kimi kimsenin anlayamadığı kurallar, kimi benim nedense takmaktan vazgeçemeyeceğim şeyler... yanlış anlaşılmasın konuştuğu dili seven bir insanım, Türkçe gibisi yok beee! (ver gazı, ver çoşkuyu, heeyytt be!)

-Misal bazı kelimelerin yazıldığı gibi okunmaması; Gülse Birsel , Avrupa Yakası'nda bu konuya değindiği an "İşte Bu!" demiştim. " AĞABEY" in "ABİ" olarak okunması, artık bi el atılsın şu konuya da ABİ yazalım işte ne güzel!

Bir de bir türlü okunamayan kelimelerimiz var, ki börek e BÖĞREK diyen biriyseniz bu duruma acil bi çözüm bulunması taraftarısınızdır ha?benim gibi? Meydaaağğna mı? Meydanaaağğ mı? hiçbiri mi? Gerçi yabancı kelimeler bunlar efenim olacak böyle aksilikler , devam da edecek ne yazık ki...

Anlam veremediğim ve asıl değinmek istediğim bir konu da "öz" eki...Bence "öz"ünü kastederken, hepten bozuyor "öz"anlamını...Sözüm elbette soyadlara karşı söylenmiş bir şey değil... Benim kastım; yer isimleri, kebapçılar, tatlıcılar, mağazalar vs vs.

Öz diyince, anlaşılıyor ki bir de öz olmayanı var.. E söyle bakalım kim kimin adını çaldı? ki aksine genelde "öz" olanlar taklidi oluyor...

ööff "öz" den bıktık açıkçası, daha yaratıcı isimler görmek istiyoruz! (bana uyanların sesi olayım, var mı len bana katılan?)
Eski okul müdürüm nasıl adı yabancı olduğundan dolayı "Ankamall" den alışveriş yapmıyorsa, ben de "öz" olan yerlerden birşey yemeyeceğim efenim:) Müdür burda örnek alınırsa, başarı sıfır ama neyse..

Hadi "Öz"süz zamanlara!

19 Haziran 2009 Cuma

Kaset, Kasetçalar , Gamze ve yaşananlar...

UYARI:BU YAZI EKİM AYINDA YAZILMIŞ GAMZE'NİN ESKİ BLOGUNDAN ALINMIŞTIR... GAMZE BURAYA TAŞINMADA TEMBELLİK ETTİĞİ İÇİN ADIM ADIM YAYINLANACAKTIR ESKİ YAZILARI...(hiç de beceremem resmiyeti)

Plak çocuğu değilim ben!

O kadar yaşlı değilim! Ama kasetlerle büyüdüm. Tabii şimdi hepsi racona ters, MP3 zamanı! Bunu mp4, mp5 , wma ve benzerleri izler elbet. Ama hiçbiri bana o kasetlerin verdiği heyecanı veremez, bu bir gerçek. Neden mi? Bunun için geçmişime bi dönüş yapmam lazım. Çok şükür hafızam buna izin veriyor.

Tahminim 3 yaşındayım. Pop müzik çok revaçta, elbette dansçılar da iyi para kazanıyor bu işten. Dansçılıktan şarkıcılığa geçiş yapmak kolay değil, karşımızda YONCA EVCİMİK! “Aboneyim abone, biletlerim cebimde! Ballı lokma tatlısı, aman hadi hayırlısı!” nakaratı hepimizin dilinde. Daha “abone” nin kelime anlamını öğrenmemişken, şarkının tiryakileri arasında bulmuştum kendimi! Dayım toplamış tüm kasetleri beni Yonca’dan mahrum etmiyor. Veee zamanın en dehşet müzik seti bizim evde, 2 kasetçalarlı SONY!

Küçükken en sevdiğim şeylerden biri de dayımla çalan müziğe eşlik etmemizdi. Aslında olay şu: Şarkının sesini sonuna kadar açacaksın, salondaki (ortada duran) sehpanın etrafında ağzını şarkıya göre hareket ettirerek (ki şarkıyı bilmiyorsan bunu mümkün olduğunca çaktırmadan yapmalısın) dolanacaksın, ellerle ayaklarla figürler yapıp, canın sıkılınca dönme yönünü değiştireceksin. OLAY BUDUR İŞTE! (Araya bir de efekt olsun diye yerlere iskambil kağıdı atardık, hatta konfeti yerine de kullandığımız olmuştur, gerçek amacından baya sapmışız anlaşılan:) Hala bunu yapıyorum evet itiraf ediyorum!! ( sırf nostalji olsun diye!)



İşte o an geldi! ABONE şarkısı bitti. Tabii 3 yaşında biri için “kaset” çok tuhaf bir şeydir. Ben güya o şarkıyı Yonca sırf bizim için söylüyor sanıyordum. Çok aptalım farkındayım! Bu durumumu anlayan dayım: “Yonca öldü Gamze!! Bak bir daha şarkı söyleyemicek!!” ben “ühü ühüüüü” diye ağlamaya başlarım… O olaydan sonra Yonca Evcimik bizim kasetçalarda öldü diye bir hafta salona giremez olmuştum! Daha sonra “kaset” nedir tam anlamıyla öğrendim.. vay bee teknolojiye bak! YAŞASINNN YONCA YİNE ABONE OLUYORDU!!

Ardından babamın arkadaşlarıyla kaset alışverişleri başlamıştı. Güzelim 2 kasetçalarlı SONY mizin, bozulma hikayesidir bu…
Tabii SONY babamın elindeyse bu çok olağan bi durum. Sertab Erener idi favorimiz. “Şişşt şiiştt sakin ol, sinirlerine hakim ol!” larıyla Yonca’nın tahtını elinden almıştı bize göre. Ama dedim babam bu, kasedi kopyalayacağım derken REC tuşuna öyle bir bastı ki, REC li değil öteki kasetçalar bozuldu. Ama yook kasetçalar aslında bozulmamıştır, kaset çok dandiktir babama göre!

Sertab, cırlamaya başlar, ben gülme krizine girerim. Bu da babamın işine gelir nasılsa ben güldüğüm için anneme şikayet etmeyeceğim. Bu sayede annem kasetçaların 1 inin bozulduğunu 10 sene sonra öğrenir…

Aradan 5 yıl geçer, 8 yaşındayım. (vayy be matematiğe bak!(H)). SONY teybimizi (daha teknolojihh isim) yeniden keşfederim. REC tuşu hala çalışmaktadır; ancak dışarıdaki sesi ya da radyodakini kaydedebilir.Biricik arkadaşlarımla “Türkçe” kitabımdaki ufak hikayeleri seslendirmeye başlarız. Sorun şudur: Benim sesim olduğundan çok daha ince çıkar. CIRLAK biri olduğumu 8 yaşından beri biliyorum, bu tecrübem sayesinde.Yine de kendi sesini duymak heyecan veriyor insana!
Bunun ardından bilim teknik den bugs bunny dergisine kadar ne varsa okuyup kasede kaydettim kendimi, zorla da arabada dinletirdim bunları bizimkilere.. yazık yaw benden çok çektiler:) en azından şarkı söylememiştim bu kasetlere yırttılar gene!

O kadar aştım ki radyo programları yapar oldum, hatta intro müziği bile yapmıştım… Sonra 90 lı yılların sonlarına yaklaştık, Ricky Martin hoş adamdı tüm kızlar için, yalan yok;) Dayım inatla “heee abla bak gamzeninki çıktı TV Yeee” diye anneme benim durumumu şikayet edince tepem atardı, bi türlü ricky martin kasedim olamadı sırf anneme söylemeye utandığım için… Bu olay bari radyoda ricky i duyayım diye beni yabancı müzik dinlemeye itmiştir… Dedim ya kaset apayrı bir şey, para verir alırsınız. Tümünü dinlersiniz, çünkü ileri geri sarmak zaman alır, olmadı kalemle bile sararsınız o kadar sıkıcıysa şarkılar… Yine de değer verirsiniz ona, bi nevi saygı gösterip almışsınızdır çünkü… Ama mp3 öyle mi? Tamam evet büyük kolaylık, sadece sevdiğin şarkıları indirmek.. Yine de kasette o sıkıcı ya da popüler olmayan şarkıyı dinlemek bana değişik bi zevk vermiştir…

13 Haziran 2009 Cumartesi

Barbie bebekler...

Barbieler! Evet bir zamanlar bütün kız çocuklarının gözdesi! Pembe elbiseleri, arabası evi ve "Ken"i ile (zenginler için:) göz kamaştırmış oyuncak harikası bebekler!!

Yaşadığım en büyük travmalardan biri bu olsa gerek, hayatımı altüst eden bebekler!Çok seviyordum tabi onları, sorun da buydu zaten... FAZLA SEVMEK, FAZLA KAALE ALMAK, GEREĞİNDEN FAZLA DEĞER VERMEK..

Herşey bundan 15 sene önce, bana sürpriz bir bebek alınmasıyla başladı... "Barbie" değildi ne yazık ki kendisi onun baş düşmanı "Cindy" idi efenim..Babacığım elinde dünya güzeli sarışın Cindy ile beni şaşırtmayı başarmıştı, nasıl bir sahiplenişim vardı anlatamam!Benimki fakirdi biraz sadece belden 1 cm aşağı eteği olan bi elbisesi (balerindi) vardı, ayakkabıları da yoktu garibimin, nasıl severdim onu!

Televizyon reklamlarındaki Cindy leri "BAK KARDEŞİN!" diye büyük heyecanla izlettirirdim, gece onla yatar, güne onla başlardım... Aklı fikri baleydi zaten keratanın! İşte bu zamanlarda bu "harika" bebeklerin dizlerinin bükülebildiğini keşfettim (bkz: bebeğin suyunu çıkararak oynama), ama bacaklarını iki yana açamıyordu ne yazık ki!


DERS 1 : Özel üretim olmayan (normal kategori) Barbie ya da benzeri bebekler bacaklarını 180 derece jimnastikçiler gibi açamaz!!


Ardından Çin piyasaya girmeye başladı, Cindy'e kardeşler geldi, ayakkabısı olanlar hem de! Ancak o dandik bebekler, ayaklarında tutamadılar o minyatür ayakkabıları.. uçup gittiler...Üzülmesinler dedim, saçlarını tarayayım dedim, düğümlendiler..


DERS 2: Barbie bebekler ayaklarında ayakkabıyla uzun süre duramazlar!

DERS 3: Saçları TARANMAZ!

Sonra etsizleri piyasaya sürüldü bunların, kafası kopan, dışı güzel içi boş (!) versiyonları çıktı...Çin in alasıydı bunlar, çok daha ucuzdu ama biz bunlara kanmamalıydık! Malum kafası kopan bebekleri hangi kız çocuğu sever ki?
DERS 4: Çok ucuz bebeklerden KAÇINMALIYIZ!

Hayır bi de KEN i vardı Barbie'nin, onun kopmaz parçası! İnsanlar boş durmadı bunun da taklitlerini çıkardı elbet ama hiçbiri orjinal KEN KADAR HOŞ olamadı! Barbie' ye hiçbiri yakışmadı anacım!

DERS 5: Her Barbie'ye bir Ken lazım!

Yoookk, ama yeni nesil geldi, Barbie'nin raconu bozuldu.. Nerede o ince kaşlı, güzel dudaklı, kibar kız Barbie? Son 6-7 yıldır BRATZ ler vb baş gösterdi, yeni nesil kız çocukları zevksizleşti... Koca dudak kalın kaş tombik yanak elin kaba kızı Bratz yeni neslin gözdesi oldu, Barbie hala izini sürmeye çalışsa da koleksiyonculara daha çok satar oldu...

SON DERS: Barbie ler ucuzladı, bratz moda artık.... e ama sen de büyüdün!

3 Haziran 2009 Çarşamba

Marşmellov!

Bir kaç gün önce, günün 3 öğününü henüz tamamlamış midem...Bir gurultuyla uyardı beni.. Atıştıracak birşeyler istiyordu! Abur cubur dolabını açtım.. İçinde sadece içecek, köfte harçları ve bayat bisküviler vardı...Ne yazık ki aşırı FORMDA olan ailem, "abur cubur yemeyiz biz !Onlar zararlı, birşey istiyorsan meyve ye!" laflarıyla kendini savunur ve ben almadıkça eve abur cubur sokmazlar, hep harçlığımdan gider hep...Sonra abur cubur hastası olan evin başka üyesi, benim meşgul zamanımı yakalayıp hepsini miğdeye indirir... OOHH AFİYET OLSUN DEFNE HANIM!

Öhöm öhöm, bu abur cubur almayan aile üyelerine değindikten sonra, nerde kalmıştık? Dolabın içi bomboştu evet! Yemeğe değer pek de bir şey yoktu, e karnımı da sıvıyla dolduramayacağıma göre...Birşeyler almak için dışarı çıktım..Beynimde bir ampul yandı! MARŞMELLOV! Evet Gamze marşmellov krizine girmişti! Ne bir çikolata kadar bayıcı bir tatlılığı var ( burdan çikolata sevmediğim anlaşılmasın...), ne de bir cips kadar tuzlu... Hafif, yumuşak, "ağızda dağılan o eşsiz tadıyla" MARŞMELLOV yemek istiyordum!

Ancak Türkiye şartlarında, midemi doyuracak kadar marşmelova birazcık fazla para vermem gerekiyordu:/ ki onu da yürüme mesafesinde bir yerden bulamazdım! İşte burada düşünmeye başladım: NEDEN BİZİM ABUR CUBUR MARKALARIMIZ YETERİ KADAR MARŞMELLOV ÜRETMİYOR? Hayır, çok mu zor anlamadım:/alt tarafı şeker yani, pufuduk pufuduk böyle bi pakette satacaksın, bence iyi de para var bu işte denemeliler...Çok pahalı da olmasın, ucuz ucuz bol bol satarsınız işte.. Muzlusu, çileklisi, kahvelisi, portakallısı, vanilyalısı hmmmm renk renk yapın işte!


Böylece şu aç Gamze'yi bi nebze olsun marşmellovla doyurabilirler.. Sırf kendim için istemiyorum tabii:)